Perşembe akşamüstü, nane çayı içiyorum, bir tarçınlı tütsü yakıyorum ve This Is The Kit dinliyorum. Değişime, dönüşüme dair şiirler yazarak Cadılar Bayramı’nı kutluyorum.
Bu duygunun bir adı olmalı, diye düşünürken buluyorum kendimi sık sık. Bazı kelimeleri yerli yerine oturtamıyorum bir türlü. Bulduğum hiçbir sözcük hissettiğim duygunun karşılığını veremiyor tam olarak.
Mesela, gün doğarken bahçede kedilerle yıldızları seyrettiğim anlar… Ayın gökyüzünden yavaş yavaş, bir hayalet gibi silinişi… Kuru yaprakların hışırtısı… Bir şeyin bitmesi ve yerine bir başkasının başlaması… Hissettiğim şeyin adını nasıl koyabilirim ki?
Peki ya içimdeki gerçekte bir duygu değil de, bir mevsimse? Ya kalbimin derinliklerine sızan şey, sonbaharın ta kendisiyse? Ya bu duygunun gerçekten de bir adı varsa ve bu, sonbaharsa?
Balkabakları, ekose battaniyeler, sarı yağmurluklar, kırmızı elmalar ve kuru yapraklardan bir dekor gibi görmek istemiyorum onu. Practical Magic filmini izlerken yakılan turuncu bir mumdan daha fazlası olmalı sonbahar.
Bütün bunları ben de seviyorum, elbette. Hem de fazlasıyla. Ancak sonbaharın doğadan koparılıp alınan bir hediyelik eşya olması hoşuma gitmiyor artık. Onu bütünün bir parçası olarak görmek istiyorum. Doğayı olduğu gibi, bütünüyle sevebilmek istiyorum.
Her şey uykuya hazırlanıyor. Her şey değişiyor. Kuşlar gidiyor. Ağaçlar yapraklarını döküyor ve hep söylendiği gibi, bize de yüklerimizden kurtulmamızı fısıldıyorlar. Bugün Cadılar Bayramı, bir eşiği geçiyoruz bugün. Doğa gülümsemeyi, üretmeyi, cıvıldamayı bırakıyor. Esniyor ve yüzünü yavaş yavaş karanlığa, gölgelere dönüyor.
Bahçemde bir şeyler durmaksızın kuruyup çürürken, artık bana ait olmayan her şeyden kurtulmak için dayanılmaz bir istek duyuyorum ben de. Uzun bir süreliğine kendi içime dönmek, kendi karanlığımla yüzleşmek ve sonunda onu uğurlamak istiyorum bir kez daha.
Kendimi tanıyorum, ilkbahar ve yaz bana pek iyi gelmiyor genelde. Ama sonbahar ve kış aylarında içime dönerek durmaksızın üretebiliyorum. Yazmak, okumak bir tören halini alıyor. Müzik dinlerken hikâyeler düşlüyorum, şiirler yazıyorum ve bu beni çok mutlu ediyor. Bu, bana anlamlı bir yaşam gibi geliyor…
Dünyadan ve ülkeden korkunç haberler almaya devam ederken, biraz içimize kapanmakta hiçbir sakınca görmüyorum ben. Biraz dinlenmeye çekilmek ve burada özgürce üretmek, yaralarımızı sarmamıza yardımcı olabilir.
Sonbahar bu yüzden hem vazgeçmenin (özgür bırakmanın), hem değişimin, hem de iyileşmenin mevsimi bence. Gerçek anlamda iyileşmek mümkün olmuyor gölgelerin içine çekilmedikçe, sessiz durabilmeyi öğrenmedikçe.
Güzel yemekler yapmanın da bu sihrin bir parçası olduğunu düşünüyorum. Bir makarna sosu ya da bir çorba icat etmek için koca bir saat harcamak, bir hikâye yazmakla eşdeğer bir şey bence. Eşit derecede insanı iyileştiren bir şey. O güzel yemeği paylaşmak da öyle.
Yazın benim için mümkün olmuyor böyle şeyler. Yazsam da, pişiremiyorum. Pişirirsem de sıcaktan bunalıyorum ve yaratıcı bir yemek ortaya çıkaramıyorum. Ama şimdi, yazmadığım ve okumadığım zamanlarda canım mutfaktan çıkmak istemiyor. Sihir nereden gelirse gelsin, onu içeri kabul etmek istiyorum.
Size sihir dolu bir akşam diliyorum! Cadılar Bayramı kutlu olsun…
Sevgilerimle,
Zeynep